Ayna

 

     İlk defa sesini bilgisayara veya telefona kaydettiğin zamanı hatırlıyor musun? Sesin nasıl da yabancı gelmişti sana: İlk defa baskalarının duydugu gibi duymustun ya sesini.Ayna da aynısı goruntu bazında yapar bize.Kendini baska biri gibi gormeni saglar ben hiç kendimle aynadaki yansımamı bezetemem hep yabancılık cekerim.Yansıman sana benzeyebilir ama sen degil.Sen ne dusundugunsun ne hayal ettigin.Ayna seni yansıtmıyor baskalarının seni nasıl gordugunu yansıtıyor.Aynalar ne derse desin sen ne dersen o'sun!

     Tee yıllar önce birinin ayna nedir sorusuna verdiğim cevap imiş.

Yeraltı



Kendi yetersizliklerim egomun kibri oldu ki evrimsel ben'imi beslesin ve fakat toplumsal egomun engellemeleri beni yoruyor, sosyal kimliğim büyüdükçe yumuşuyor, arkasına destek koyamadığım noktalarda iç benliğime dokunup diğer insanlara yansıtıyor.Olmuyor olamıyor oluşlarım olup olabilenleri ölesiye kıskanıp,olmaması gerekip olabilenleri öldüresiye küçümsüyor. Yaşayabilmeme duyduğum tiksintiyi yaşayana kusuyorum. Kimliklerimin yaptıklarıyla mutlu olamayıp,yapamayacaklarından ötürü acı çekiyorum. Çok canım sıkılıyor işte falan.

Soru İşareti


     Kendini aramak mı kendini bulmak mı? Anlamların yoğunluğunda bir sarhoşluk hali… Perdeler mi kalın daha kötüsü güneş mi doğmuyor ki, nedir bu karanlık? Bulutların efendisi, kulübesinden bakıp diyor mu: Kim bu deli, dizine gelen suda ayaktayken boğulan? Uzak yankılar halinde geçiyorlar hep, çok mu hızlılar ki göremiyorum; geri mi gidiyorum yoksa… Aynalar dolusular, aslında neredeler kim bilir. Ayna oluyorum aynalara, kalsınlar diye mi yoksa saklanmak için mi? Aynı kütlede değiliz demek ki: Neyi fazla koydum da bu kadar eksiğim ve aksi gibi ağırım.     

Bırrrrrrrrrrr...

                    Üşüyorum.
                Üşüyorum…
                Üşüyorum…! Tamam ,kış ayı ,onu biliyorum. Mevsimden bağımsız olarak evde olmanın bir getirisi olmalı. Boşuna mı inşa etmiş ,oymuş, kazmış  İnsanevladı  v.1.0.2. Ama tabi adamlar zeki  ;ateş yakıyorlar efenim. Şimdi benim her tarafı babun dötü misali açık olan evim içeriyle dışarı arasında en ufak sıcaklık farkını odadaki havanın içinde saklambaç oynayan su buharını ebelemek için kullanıyor. Tabi bizim su buharları da üzüntüden kederden kendilerini dağlara taşlara…pardon duvar köşelerine ve camlara vuruyor. Bende depresyondan sahile vuran balinaları kurtarma timi misali iki elimde iki bez ,cam duvar arasında mekik dokuyorum. Dedim ya v.1.0.2 ateş yakıyor, zeki adamlar! Nemi alıyor ateş arkadaş! Biz de içinden yine “su” geçen bir teneke kutuyla haşır neşir oluyoruz. Benim kombi Ankara – Konya yoluna çıkmış şahin misali bas bas bağırıyor su kaynatcam diye ama ne fayda(gerçi ikisi de başarıyor bunu ;) ). Elini dokunduramadığın petekten bir metre uzaklaş… yada en iyisi uzaklaşma, düşüncesi bile üşütüyor insanı .En azından ben uzaklaşmıyorum. Üşüyorum! Efenim en iyisi mi ben bir sıra daha mekik dokuyayım hem ısınırım. Sobası ve katalitiği olanlara selam olsun burdan, dur ya nem almayan evi keşfetmemişmiydi bu insanevladı …  

Tiiik...Tak

Kafasındakileri açıklamak için ne kadar çaba sarf ettiyse de onun bakışındaki boşluk değişmiyordu. Düşünceler kelimelere, kelimeler cümlelere akarken; çağlayana sürüklenen bir parça dal gibi kontrolü kaybetmişti. Zaman… zamanın akışının dışına çıkmış olduğundan yavaş veya hızlı diyemiyordu… Sadece kelimeler ve onun bakışları ölçüttü bu evrende. Dudaklarından çıkan tükürük damlalarının masaya doğru eğik atış hareketi dikkatini çekti. İğrenç diye düşündü ama söyleyemedi kendine ; dudakları kontrolünü kaybettiği kelimeleri  saydırmakla meşguldü. O kadar çok kelime çıkıyordu ki dudaklarından ,sıkılmaya başladı kendinden, tekrar gözlerini boşluğa çevirmeye karar verdi o zaman. Yolda titreyen dudaklarını gördü… Onun dudakları … Bir şeyler söylemek istiyorlar ama kalın görünmez bir iple sıkı sıkı dikilmiş gibi sadece titriyorlardı. En azından gözlerinde ki gibi boşl… Kızarıklık... Ne zaman? Neden?  Ne söylediğini düşünmeye çalıştı ama kelimeler artık daha hızlı ve güçlü akıyordu ;  takip edemiyordu. Önüne geleni alıp götüren tsunami etkisiyle çarpıyorlardı ona. Özneler sen ve benlerden ,zarflar hep; hiç, ne zaman genellemelerinden ,yüklemlers--Süzülüyordu…  Bir damla yaş yanağını yarılamıştı bile. Elini uzatıp başparmağıyla hafifçe silerdi... hep. Ama, ne hücuma geçen ordular gibi nidalar atan zihni bu isteği dikkate almıştı. Ne de sımsıkı yumruk olmuş elleri bu işe uygundu. Gözlerini kaçırmışdı…Açık kahverengi renkli, kocaman gözlerini. Elini sımsıkı yumruğunun üstüne koydu. Daha fazla damla, çıkık elmacık kemiklerini aşarken “Özür…dilerim” dedi. Parmakları elinin üstünden kayarken yumruğu gevşiyordu. Son parmağıda elini terkederken kolunu takip edip yüzüne baktı.Yukardaydı…Kalkmış ve atkısını boynuna dolamıştı. Döndü ve gitti. Kelimelerden daha hızlı daha sert…
           
Zaman…zamanın akışının dışına çıkmış olduğundan yavaş veya hızlı diyemiyordu…Başlangıcını bilmese de bitişine şahit olmuştu zamanın. Ne zaman ? Bekledi. Ne kadar ? Masadaki çay bardağına bakarak bekledi. Hep baktı…Zamanın izini tamamen yitirene kadar bakıcaktı. Bu zamansız dünyada, onun bakışları olmadan karanlıkta kaybolan kelimelerle yolunu bulmaya çalışarak bir ömrü tüketti.

            -Beyefendi …Başka bi arzunuz?

            Ve zaman…Tekrar saniyelerden dakikalara ,onlardan saatlere akmaya başladı…tiiik…tak…tiiik…tak…   

Misafir

     


Saat geceyi pek çok geçe... Transformer gillerin ilkel örneklerinden birinin üstünde yatıyorum;benimde üstümde içi doldurulmuş bi takım kumaş parçaları,şişme kumaş da diyebiliriz.De lan de çekinme...Oda karanlık,yalnızca gözümden çıkan ışık var. Salmış durumdayım,öyleki kollarım ayaklarıma değmek üzere.Hayır! Eğilmiyorum len,o nalet olacısa hareketi yapabilcek vicut esnekliğim yok.Küçükkenekleri beni maça almazlardı ,ondan yani...Ama fakat izlerdim.Sanırım ışık da ordan geliyor.Kullanılan organ gelişirmiş sanırım ...Evet...Elimde de mesela beş parmağım var ve beş yumurta beşi beş kuruştan beş kuruş eder.Hahaaa! Yedin miii! Uyku mu? Yoldadır gelmek üzeredir bea..Mutlaka uğrar her gece.Bazen sabaha doğru uğradığıda oluyor.Haliyle yoğun,o kadar insan be abi...Kolay değil onun işte.O yüzden pek üzerine gitmiyorum biliyo musun? Bu arada köpekler tam olarak nasıl ses çıkarırlar? Hav dediler bize geldik,ama velakin birleşmiş 51 eyalet de ve onun teyzesi kıvamındaki güneşin bi ara batmadığı adada vof diyolar mesela örneğin... Ne ayak? Ayak değil pati len! Peki kelebek nasıl havlar  ki,yada bağırsak kurdu nasıl miyavlar.Aman tanrıııııım! Kapı
çalıyor,misafirim geldi.....

Amaçlı...

               
Amaçsız bir şeyler yapılır ama sonuç çıkmaz.Yani her olayın bir nedeni –bir amaç (eylemi gerçekleştiren farkındaysa)-birde sonucu olduğunu düşünürsek bir sonuç çıkar,ama senin olmaz sahiplenemezsin. İstersen kristal sıç, bok lan bu dersin sifonu çekersin.çektiğin zorlukta yanına kalır.Eğer bir süreç içindeysen önce neden o sürece girdiğini düşün sonra da görebildiğin kadar olası sonuçlarını. Belki sana da bir amaç çıkar.Eğer amaç varsa çıkan bokta olsa benim bokum lan bu dersin, belkide birinci tuvalette o herif gibi sifonu çekmeden bırakırsın. Bak adam amaçlı sıçıyormuş!
           
           Bu aslında bi sms ; pek hürmetli,dehşetli ve kıymetli Mephisto’ya yazılmıştı.Bahsi geçen tuvalet,bir öğrenci yurdunun ortak tuvaletindeki ilk kabindir. Amaçlı sıçıcımız ara ara -hangi nedenleri sindirdiği bilinmez-  amacını ifşa etmek için sergilerdi eserini bize. Anlamasakta ,bilemesekte,ve fakat görmemize rağmen…